Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 1
Ablam Zuhal Kocabaş'ın seyahate gittiği yerler aile içinde ve dost çevresinde çoğumuzun ilgisini çeken ülkelerdir. Sizlerin de ilgisini çekebilir düşüncesiyle bu sayfalara onun seyahat notlarını taşımaya karar verdim. Her hafta, bazen uzun bazen kısa da olsa, yeni yazılarıyla sizlerle beraber olacak. Henüz İzmir'e gidip, yolculuğundan yeni dönen ablamı göremediğim için bu seyahatin detaylarını ben de sizlerle aynı anda öğreneceğim.
Umarım hoşunuza gider. Beni kırmayıp seyahat anılarını yazdığı, vakit ayırdığı için Zuhal Ablama teşekkür ederim ....
Yazıyı "Good Morning Vietnam" 'ın film müzikleri albümünden James Brown'un yorumladığı "I Feel Good" eşliğinde okumak isterseniz sayfa sonunda sizin için ekledim :)
" 28 Ocak’ta İstanbul’da başlayan maceramız, onbeş gün sürerek 12 Şubat’ta İstanbul’da sona erecekti. Kar yağacak, havaalanı kapanacak derken kendimizi TK0068 numaralı uçuşta bulduk.Seyahatlerimin çoğunu Fest Travel ile yapmayı tercih ederim. Bu seyahatimi de Fest Travel ile gerçekleştirdim, rehberimiz sevgili Mustafa Peştereli idi.
On saatlik Bankog uçuşu ve Bankog’da 2 saatlik uçak içi bekleyişi sonrasında Hoşimin’e (Saygon) doğru havalandık. Bankog'da uçağımız yolcu indirip, yakıt ikmali yaparken uçak mürettebatımız bize çok misafirperverlik gösterdi. Bütün uçuş boyunca hep güleryüzlü ve ilgililerdi.
Sonunda yerel saat ile 17:30’da ayağımız yere bastı. Pasaport kontrolünden hiçbir güçlük çıkmadan geçtik.Bizi bekleyen sürprizden kimsenin haberi yoktu. Banttan valizler geliyor ancak İzmir’den gelen gruba ait hiçbir valiz çıkmıyordu. Ha geldi ha gelecek derken bant durdu ve umutlarımız da kayboldu. Valizlerimiz ertesi günü gelecek ve temiz kıyafetlerimize o zaman kavuşabilecektik. Ancak yeni ve değişik bir ülkede olmanın heyecanıyla bu durumu pek de umursamadık. Aslına bakarsanız valiz taşımamak da ayrı bir hafiflikti. Üstelik alış-veriş yapmak için bir bahanemiz olmuştu. Ben de o gece bu bahaneyle bir gecelik ve iki t-shirt sahibi oldum…
Alandan çıkışta bizi yerel rehberimiz güleryüzlü Chan bekliyordu. Hep beraber Marriott Oteller zincirine bağlı "River Side" a doğru yola koyulduk. Otelimiz oldukça şık, konforlu ve temizdi.Odalarımıza yerleştikten sonra açık büfe olan akşam yemeğine indik. Yemek çeşitleri oldukça zengin, yerel yemekleri deniz ürünleri ağırlıklı olup oldukça lezzetliydi.Akşam yemeğinden sonra ufak bir şehir turu yapmak üzere dışarı çıktık.
Arkası haftaya.....
Umarım hoşunuza gider. Beni kırmayıp seyahat anılarını yazdığı, vakit ayırdığı için Zuhal Ablama teşekkür ederim ....
Yazıyı "Good Morning Vietnam" 'ın film müzikleri albümünden James Brown'un yorumladığı "I Feel Good" eşliğinde okumak isterseniz sayfa sonunda sizin için ekledim :)
" 28 Ocak’ta İstanbul’da başlayan maceramız, onbeş gün sürerek 12 Şubat’ta İstanbul’da sona erecekti. Kar yağacak, havaalanı kapanacak derken kendimizi TK0068 numaralı uçuşta bulduk.Seyahatlerimin çoğunu Fest Travel ile yapmayı tercih ederim. Bu seyahatimi de Fest Travel ile gerçekleştirdim, rehberimiz sevgili Mustafa Peştereli idi.
On saatlik Bankog uçuşu ve Bankog’da 2 saatlik uçak içi bekleyişi sonrasında Hoşimin’e (Saygon) doğru havalandık. Bankog'da uçağımız yolcu indirip, yakıt ikmali yaparken uçak mürettebatımız bize çok misafirperverlik gösterdi. Bütün uçuş boyunca hep güleryüzlü ve ilgililerdi.
Sonunda yerel saat ile 17:30’da ayağımız yere bastı. Pasaport kontrolünden hiçbir güçlük çıkmadan geçtik.Bizi bekleyen sürprizden kimsenin haberi yoktu. Banttan valizler geliyor ancak İzmir’den gelen gruba ait hiçbir valiz çıkmıyordu. Ha geldi ha gelecek derken bant durdu ve umutlarımız da kayboldu. Valizlerimiz ertesi günü gelecek ve temiz kıyafetlerimize o zaman kavuşabilecektik. Ancak yeni ve değişik bir ülkede olmanın heyecanıyla bu durumu pek de umursamadık. Aslına bakarsanız valiz taşımamak da ayrı bir hafiflikti. Üstelik alış-veriş yapmak için bir bahanemiz olmuştu. Ben de o gece bu bahaneyle bir gecelik ve iki t-shirt sahibi oldum…
Alandan çıkışta bizi yerel rehberimiz güleryüzlü Chan bekliyordu. Hep beraber Marriott Oteller zincirine bağlı "River Side" a doğru yola koyulduk. Otelimiz oldukça şık, konforlu ve temizdi.Odalarımıza yerleştikten sonra açık büfe olan akşam yemeğine indik. Yemek çeşitleri oldukça zengin, yerel yemekleri deniz ürünleri ağırlıklı olup oldukça lezzetliydi.Akşam yemeğinden sonra ufak bir şehir turu yapmak üzere dışarı çıktık.
Arkası haftaya.....
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 2
Eveeeet gelelim Vietnam'daki ilk gece ve gunumuze... Valizler olmayinca elimizi , yuzumuzu yikayip aksam yemegimizi de yedikten sonra yol yorgunlugumuza aldiris etmeden kendimizi Ho Chi Minh (bizim bildigimiz eski adiyla Saygon )sokaklarina..
Otelimizin yeri merkeze cok yakin oldugu icin sansliydik, cunku 10 dakika sonra sehrin en islek caddesindeydik. Bir sansimiz da yeni yil bayramlarini iki gun once kutladiklari icin butun caddeler isiklarla susluydu. Bana yilbasi oncesi gittigimiz Londra'daki caddeleri hatirlatti. Demek dunyanin neresine gidersen git ayni sekilde kutlaniyor:)
Tum yorgunlugumuza ragmen sehri tanimak ve yasamak icin ana caddeyi takip ederek merkeze kadar gittik. Aslinda yurudukce de yorgunlugumuzu unuttuk. Galiba onca saat uctuktan sonra boyle bir yuruyus iyi gelmisti.Otele dondukten sonra dusumuzu alip guzel bir uyku cektik.
Ertesi sabah kahvalti ettikten sonra Tay Ninh'deki Buyuk Kaoday tapinagini gezmek uzere yola ciktik. Kaoday dini tum dinleri uzlastiran bir sisteme sahip olusundan dolayi oldukca ilginc.Günde dört kez ibadet ediyorlar ve sembolleri "ilahi goz".
Tapinakta kadinlar solda erkekler sağda ibadet ediyorlar. Tapinak gercekten de carpici bir yapiya sahip. Biz torenin bir kismini izledikten sonra yavas yavas disari ciktik. İcerde toren sirasinda da fotograf cekebildik. Cunku her ibadethanede izin vermeyebiliyorlar. Asil yapinin guzelligini disardan goruntuledik. Daha sonra da Vietnam savas filmlerinde izledigimiz yagmur ormanlarinda gecen ve insanin icini kaldiran unlu Cu Chi tunellerinin bulundugu bolgeye dogru yol aldik.
Arkası haftaya...
Otelimizin yeri merkeze cok yakin oldugu icin sansliydik, cunku 10 dakika sonra sehrin en islek caddesindeydik. Bir sansimiz da yeni yil bayramlarini iki gun once kutladiklari icin butun caddeler isiklarla susluydu. Bana yilbasi oncesi gittigimiz Londra'daki caddeleri hatirlatti. Demek dunyanin neresine gidersen git ayni sekilde kutlaniyor:)
Tum yorgunlugumuza ragmen sehri tanimak ve yasamak icin ana caddeyi takip ederek merkeze kadar gittik. Aslinda yurudukce de yorgunlugumuzu unuttuk. Galiba onca saat uctuktan sonra boyle bir yuruyus iyi gelmisti.Otele dondukten sonra dusumuzu alip guzel bir uyku cektik.
Ertesi sabah kahvalti ettikten sonra Tay Ninh'deki Buyuk Kaoday tapinagini gezmek uzere yola ciktik. Kaoday dini tum dinleri uzlastiran bir sisteme sahip olusundan dolayi oldukca ilginc.Günde dört kez ibadet ediyorlar ve sembolleri "ilahi goz".
Tapinakta kadinlar solda erkekler sağda ibadet ediyorlar. Tapinak gercekten de carpici bir yapiya sahip. Biz torenin bir kismini izledikten sonra yavas yavas disari ciktik. İcerde toren sirasinda da fotograf cekebildik. Cunku her ibadethanede izin vermeyebiliyorlar. Asil yapinin guzelligini disardan goruntuledik. Daha sonra da Vietnam savas filmlerinde izledigimiz yagmur ormanlarinda gecen ve insanin icini kaldiran unlu Cu Chi tunellerinin bulundugu bolgeye dogru yol aldik.
Arkası haftaya...
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 3
Ho Chi Minh kentinin ilk gunune Kaoday tapinagi ile baslamistik. İzledigimiz toren cok etkileyiciydi.bembeyaz giysili, her yastan kadinlar ve erkekler.... Kendilerine gosterilen yerlere yerlestiler ve toren basladi. Grubumuz toren basladiktan bir sure sonra tapinagi terketti cunku hem programimiz yogundu hem de cikista izdahami yasamak istemiyorduk. Disardan da guzel fotograflar
cektikten sonra otobusumuze binip Vietnam savasinin efsanevi Cu Chi tunellerini gormek uzere yola koyulduk.
Bu arada Vietnam mutfagi gercekten de cok guzel. Bazi ogunlerimiz acik bufe bazilari da set menuydu. Ama hepsi birbirinden lezzetliydi.
Cu Chi tunellerinde kendimizi birden Vietnam savas filmlerinde bulduk. Hani ormanlarda sular icinde ilerleyen ellerinde silah bazen korku,bazen de bikkinlik icindeki Amerikan askerlerinin goruntuleri vardir ya...sanki her an bir agacin arkasindan boyle birileri cikacakmis gibiydi....oradaki gorevli kurulan tuzaklari bize uygulamali bir sekilde gosterdi. Ayrica savas sirasinda Vietnamlilarin saklanip yasadigi tunelleri de gorduk. Kapadokya'ya gidenler oradaki yeralti tunellerini hatirlar. Cu Chi tunelleri biraz daha dar ve alcak. İcerde hastane, mutfak gibi bolumler var. Ama mutfak bacalarinin cikisini o kadar uzaga yapmislar ki kimse oranin baca cikisi oldugunu anlayamaz. Girisleri de gorevlinin bir cali kumesini yukari cekmesiyle ortaya cikan ve ancak bir insanin gecebilecegi buyuklukte olan delikler seklindeydi. Savas sirasinda Amerikalilarin en buyuk sikintilarindan birisi de karsilarinda savasacak dusman olmamasiymis. Tunellerde saklanip gerektigi zaman cikip savasiyorlarmis.
Vietnamlilar cok caliskan ve azimli bir ulus. Savasi da boyle kazanmislar zaten.
Buradaki hediyelik esya satan dukkanda tipik Vietnam sapkalari vardi ve arkadaslardan bazilari aldi. Ormandaki balmumundan yapilmis askerlerin Madam Tussaud'daki heykellerden hic de farki yoktu. Askerlerin dinlenme anlarini canlandiran cok hos goruntuler vardi. Gerceginden ayirdedilmiyorlardi. Biz de onlarla hatira fotograflari cekildik. Bir gorevli de bize tunellerin videosunu izlettirerek planlarini ve hangi bolgede kac kilometre uzunlugunda tunel oldugunu gosterdi. Tabii o sicak ve nemde yasam sartlari nasil olur, insan dusunmek bile istemiyor. Oradan ayrilirken bize rehberlik eden gorevlilere el sallarken barisin ne kadar paha bicilemez bir sey oldugunu dusunuyorduk ve kimsenin boyle bir deneyimi bir daha yasamamasi icin dua ediyorduk.
O aksam otelde yemek yedikten sonra rehberimiz sevgili Mustafa Peştereli'nin onerisiyle kendimizi Ho Chi Minh kentinin gece hayatina attik. Otelimize cok yakin Caravelle otelin catisinda canli muzik oldugunu duymustuk. Valizlerimiz de artik geldigi icin yikanip guzel giysilerimizi giyinmistik. Caravelle otele geldigimizde cok guzel bir Latin grubun sahnede herkesi costurdugunu gorduk. Uc birbirinden guzel genc kiz ve dort yakisikli erkek....Kahvelerimizi ictikten sonra Asuman kendini
atti sahneye ve basladi solistlerden biriyle dansetmeye. Tabii ben de onlari goruntulemeye... Gecenin sonunda yine rengarenk isiklarla suslu Ho Chi Minh caddelerinden gecerek otelimize donduk ve ertesi gunku gezimiz icin dinlenmek uzere uykuya daldik.
Arkası haftaya...:)
cektikten sonra otobusumuze binip Vietnam savasinin efsanevi Cu Chi tunellerini gormek uzere yola koyulduk.
Bu arada Vietnam mutfagi gercekten de cok guzel. Bazi ogunlerimiz acik bufe bazilari da set menuydu. Ama hepsi birbirinden lezzetliydi.
Cu Chi tunellerinde kendimizi birden Vietnam savas filmlerinde bulduk. Hani ormanlarda sular icinde ilerleyen ellerinde silah bazen korku,bazen de bikkinlik icindeki Amerikan askerlerinin goruntuleri vardir ya...sanki her an bir agacin arkasindan boyle birileri cikacakmis gibiydi....oradaki gorevli kurulan tuzaklari bize uygulamali bir sekilde gosterdi. Ayrica savas sirasinda Vietnamlilarin saklanip yasadigi tunelleri de gorduk. Kapadokya'ya gidenler oradaki yeralti tunellerini hatirlar. Cu Chi tunelleri biraz daha dar ve alcak. İcerde hastane, mutfak gibi bolumler var. Ama mutfak bacalarinin cikisini o kadar uzaga yapmislar ki kimse oranin baca cikisi oldugunu anlayamaz. Girisleri de gorevlinin bir cali kumesini yukari cekmesiyle ortaya cikan ve ancak bir insanin gecebilecegi buyuklukte olan delikler seklindeydi. Savas sirasinda Amerikalilarin en buyuk sikintilarindan birisi de karsilarinda savasacak dusman olmamasiymis. Tunellerde saklanip gerektigi zaman cikip savasiyorlarmis.
Vietnamlilar cok caliskan ve azimli bir ulus. Savasi da boyle kazanmislar zaten.
Buradaki hediyelik esya satan dukkanda tipik Vietnam sapkalari vardi ve arkadaslardan bazilari aldi. Ormandaki balmumundan yapilmis askerlerin Madam Tussaud'daki heykellerden hic de farki yoktu. Askerlerin dinlenme anlarini canlandiran cok hos goruntuler vardi. Gerceginden ayirdedilmiyorlardi. Biz de onlarla hatira fotograflari cekildik. Bir gorevli de bize tunellerin videosunu izlettirerek planlarini ve hangi bolgede kac kilometre uzunlugunda tunel oldugunu gosterdi. Tabii o sicak ve nemde yasam sartlari nasil olur, insan dusunmek bile istemiyor. Oradan ayrilirken bize rehberlik eden gorevlilere el sallarken barisin ne kadar paha bicilemez bir sey oldugunu dusunuyorduk ve kimsenin boyle bir deneyimi bir daha yasamamasi icin dua ediyorduk.
O aksam otelde yemek yedikten sonra rehberimiz sevgili Mustafa Peştereli'nin onerisiyle kendimizi Ho Chi Minh kentinin gece hayatina attik. Otelimize cok yakin Caravelle otelin catisinda canli muzik oldugunu duymustuk. Valizlerimiz de artik geldigi icin yikanip guzel giysilerimizi giyinmistik. Caravelle otele geldigimizde cok guzel bir Latin grubun sahnede herkesi costurdugunu gorduk. Uc birbirinden guzel genc kiz ve dort yakisikli erkek....Kahvelerimizi ictikten sonra Asuman kendini
atti sahneye ve basladi solistlerden biriyle dansetmeye. Tabii ben de onlari goruntulemeye... Gecenin sonunda yine rengarenk isiklarla suslu Ho Chi Minh caddelerinden gecerek otelimize donduk ve ertesi gunku gezimiz icin dinlenmek uzere uykuya daldik.
Arkası haftaya...:)
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 4
Ho Chi Minh'deki ikinci gunumuzde geziye Savas Suclari muzesiyle basladik. Bu gezinin bence en carpici yonlerinden biri, insani buyuleyen guzelliklerinin yanisira (benim aklimin bir turlu almadigi) insanin insana yaptigi zulumu yasatmasi. Bu yuzden Savas Suclari muzesini gezerken hepimiz cok etkilendik. Ben simdiye kadar kimyasal silahlarin sonucunu bu kadar carpici sekilde hic gormemistim. Dusunebiliyor musunuz, nesilden nesile devam eden, insanlarin genlerine isleyen bir sakatliklar dizisi.... Fotograflara bakarken hep aklimdan" bu insanlarin ne gibi bir sucu var ki"diye dusundum. Butun bunlara ragmen hepsi de gulumseyerek poz vermisler. O da isin trajik yani...
O savasta Amerikali gazeteciler gercekten de harikalar yaratarak, canlari pahasina herseyi goruntulemisler. Muzenin bir bolumunu de onlara ayimislar. Hatirlayanlarimizin hafizalarindan silinmedigi,napalm bombasindan etkilenen kucuk bir kiz cocugunun ciplak bir halde kosan resmi vardi ya... İste o resmi ve simdi yetiskin bir kadin olan o bayanin evini de gorduk...
Yerel rehberimize Amerikalilarla ilgili dusuncelerini sordugumuzda, herseyin gecmiste kaldigini ve inanc sisteminin affetmeye ve unutmaya dayali oldugunu soyledi. Umarim bu dusuncesinde samimidir. Bu savasta 2. Dunya Savasinda atilan toplam bomba sayisindan daha cok bomba atildigini daha once soylemis miydim, hatirlamiyorum. İlk yillar, sadece Amerikalilarla yapilan savasin goruntulendigi muzede , Amerikalilarla iliskilerinin yumusamasi ve yeniden baslamasi dolayisiyla, Fransizlarla yapilan savasin da belgelerini ve silahlarini sergilemisler. Giyotin de bunlardan biriydi... Temsili hucreler ve iskence aletlerinin yanisira bahcede hepimizin onunde durarak fotograf cektirdigi Amerikan askeri ucaklari da vardi. Piril piril gunesli bir gune dogru sanirim hepimiz icimizden boyle bir kiyameti yasamadigimiza sukrederek devam ettik.
O sabahki ikinci duragimiz Notre Dame Katedraliydi. İki sivri kuleli,tugladan yapilmis olan katedral bir 19. yy yapisi. Onundeki kucuk parkta bir Meryem Ana heykeli bulunuyor. Karsisinda da 1880'de insa edilen Büyük Postane yer aliyor. İceride tum ibadethanelerde oldugu gibi son derece huzur veren ve insanin disariya cikmasini engelleyen o dingin hava vardi. Ama tabii gezi devam ediyordu ve gorulmesi gereken yerler vardi. Cikista mum satan bayandan mumlarimizi alip dileklerimizi siraladiktan sonra yolun karsisindaki tarihi postaneye gectik.
Buyuk Postane kolonyel binalarin belki de en ilginci. İcerisi gercekten gorulmeye deger. Tarihi ahsap oturaklar yorulanlarin dinlenmesi icin gercekten cok hostu. İki kabartma harita ve Ho Ci Min'in gulumseyen bakisli resmi de burada yerini almis. Ayrica ipekle islenmis irili ufakli tablolar ve Vietnam'li bayan figurlerinden kitap ayraclarinin satildigi dukkanlar da vardi. Tabii hepimiz alis veris yapmak ve fotograf cekmek uzere dagildik. Burada cok guzel tanitim kitaplari ve hediyelik esyalar da bulmak mumkundu. Sonunda postane binasinin bizi kolonyel doneme goturen havasindan siyrilip disariya ciktigimizda bizi cok hos bir surpriz bekliyordu.
Bahcede bir gelinle damat dugun fotograflari cektiriyorlardi. Sanki bir moda dergisine poz veriyorlardi. Bizim grup da bu durumu firsat bilip gelinle damadi goruntuledi.
Bir sonraki duragimiz herseyin satildigi Ben Tan Pazariydi. Bizim kapali carsilarimiza benzeyen bir carsi Ben Tan pazari. Ama en cok dikkatimi ceken sey neredeyse tum tezgahtarlarin bayan olusuydu. Tekstilden hediyelik esyalara, sebzeden et ve baliga kadar herseyi bulabiliyorsunuz. Gezi arkadasim Nevra pirinc lavaslarini gorunce dayanamadi, aldi. O sirada geziye İtalya'dan katilan İdil'e cay alirken rastladik. Cok degisik caylar vardi. Biz de lotus, lemongrass, zencefil ve yasemin cayi aldik. Cok tatli,genc bir bayandi dukkan sahibi. Dayanamadik, onunla ani fotografi cektirdik. Rehberimiz Mustafa Pestereli'nin bize verdigi sureden once bulusma yerine vardigimizda bizden once gelenlerin Hindistan cevizi suyu ictigini gorduk. Carsiya girmeden once Mustafa Bey bize cikista tatmak isteyenlerin icebilecegini soylemisti. Hindistan cevizinin ustunu keserek sunuldugu icin ilginc bir goruntusu vardi. Biz daha once alip da bitiremeyen arkadaslardan tadina bakmakla yetindik. Ama gercekten susuzluga iyi gelen bir icecekti... Sabah programimizi boylece tamamlamis olduk ve ogle yemegi yiyecegimiz restorana dogru yola ciktik.
O gun ogleden sonra ülkenin orta bolgesinde yer alan Hue'ye uctuk. Havaalanindan, Parfume nehri
uzerinde bulunan Thien Mu Pagodasini gezmek uzere teknelere dogru yola ciktik. Bu gezinin en guzel yanlarindan biri de tekne gezilerinin bolluguydu. Her seferinde de tekne acilir acilmaz hemen tezgahlar kurulup hediyelik esyalar sergilenmeye basliyor ve pazarliklar suruyordu. Burada da Pagodaya ulasincaya
kadar alis veris ve fotograf fasillari surdu.
Karaya ciktigimizda Hue'nin en guzel tapinagi olan Yasli Tanrica Tapinagi tum ihtisamiyla karsimizdaydi. Buradaki stupanin yuksekligi 21 metre ve yedi katli. Tapinagin 1601 yilinda Nguyen Hoang tarafindan yaptirilmis olmasina karsin stupa 1840 yilinda dikilmis. Anlatilanlara gore, sehrin kurulacagi yer yasli bir kadin tarafindan hukumdara bu tepeden gosterilmis.
O savasta Amerikali gazeteciler gercekten de harikalar yaratarak, canlari pahasina herseyi goruntulemisler. Muzenin bir bolumunu de onlara ayimislar. Hatirlayanlarimizin hafizalarindan silinmedigi,napalm bombasindan etkilenen kucuk bir kiz cocugunun ciplak bir halde kosan resmi vardi ya... İste o resmi ve simdi yetiskin bir kadin olan o bayanin evini de gorduk...
Yerel rehberimize Amerikalilarla ilgili dusuncelerini sordugumuzda, herseyin gecmiste kaldigini ve inanc sisteminin affetmeye ve unutmaya dayali oldugunu soyledi. Umarim bu dusuncesinde samimidir. Bu savasta 2. Dunya Savasinda atilan toplam bomba sayisindan daha cok bomba atildigini daha once soylemis miydim, hatirlamiyorum. İlk yillar, sadece Amerikalilarla yapilan savasin goruntulendigi muzede , Amerikalilarla iliskilerinin yumusamasi ve yeniden baslamasi dolayisiyla, Fransizlarla yapilan savasin da belgelerini ve silahlarini sergilemisler. Giyotin de bunlardan biriydi... Temsili hucreler ve iskence aletlerinin yanisira bahcede hepimizin onunde durarak fotograf cektirdigi Amerikan askeri ucaklari da vardi. Piril piril gunesli bir gune dogru sanirim hepimiz icimizden boyle bir kiyameti yasamadigimiza sukrederek devam ettik.
O sabahki ikinci duragimiz Notre Dame Katedraliydi. İki sivri kuleli,tugladan yapilmis olan katedral bir 19. yy yapisi. Onundeki kucuk parkta bir Meryem Ana heykeli bulunuyor. Karsisinda da 1880'de insa edilen Büyük Postane yer aliyor. İceride tum ibadethanelerde oldugu gibi son derece huzur veren ve insanin disariya cikmasini engelleyen o dingin hava vardi. Ama tabii gezi devam ediyordu ve gorulmesi gereken yerler vardi. Cikista mum satan bayandan mumlarimizi alip dileklerimizi siraladiktan sonra yolun karsisindaki tarihi postaneye gectik.
Buyuk Postane kolonyel binalarin belki de en ilginci. İcerisi gercekten gorulmeye deger. Tarihi ahsap oturaklar yorulanlarin dinlenmesi icin gercekten cok hostu. İki kabartma harita ve Ho Ci Min'in gulumseyen bakisli resmi de burada yerini almis. Ayrica ipekle islenmis irili ufakli tablolar ve Vietnam'li bayan figurlerinden kitap ayraclarinin satildigi dukkanlar da vardi. Tabii hepimiz alis veris yapmak ve fotograf cekmek uzere dagildik. Burada cok guzel tanitim kitaplari ve hediyelik esyalar da bulmak mumkundu. Sonunda postane binasinin bizi kolonyel doneme goturen havasindan siyrilip disariya ciktigimizda bizi cok hos bir surpriz bekliyordu.
Bahcede bir gelinle damat dugun fotograflari cektiriyorlardi. Sanki bir moda dergisine poz veriyorlardi. Bizim grup da bu durumu firsat bilip gelinle damadi goruntuledi.
Bir sonraki duragimiz herseyin satildigi Ben Tan Pazariydi. Bizim kapali carsilarimiza benzeyen bir carsi Ben Tan pazari. Ama en cok dikkatimi ceken sey neredeyse tum tezgahtarlarin bayan olusuydu. Tekstilden hediyelik esyalara, sebzeden et ve baliga kadar herseyi bulabiliyorsunuz. Gezi arkadasim Nevra pirinc lavaslarini gorunce dayanamadi, aldi. O sirada geziye İtalya'dan katilan İdil'e cay alirken rastladik. Cok degisik caylar vardi. Biz de lotus, lemongrass, zencefil ve yasemin cayi aldik. Cok tatli,genc bir bayandi dukkan sahibi. Dayanamadik, onunla ani fotografi cektirdik. Rehberimiz Mustafa Pestereli'nin bize verdigi sureden once bulusma yerine vardigimizda bizden once gelenlerin Hindistan cevizi suyu ictigini gorduk. Carsiya girmeden once Mustafa Bey bize cikista tatmak isteyenlerin icebilecegini soylemisti. Hindistan cevizinin ustunu keserek sunuldugu icin ilginc bir goruntusu vardi. Biz daha once alip da bitiremeyen arkadaslardan tadina bakmakla yetindik. Ama gercekten susuzluga iyi gelen bir icecekti... Sabah programimizi boylece tamamlamis olduk ve ogle yemegi yiyecegimiz restorana dogru yola ciktik.
O gun ogleden sonra ülkenin orta bolgesinde yer alan Hue'ye uctuk. Havaalanindan, Parfume nehri
uzerinde bulunan Thien Mu Pagodasini gezmek uzere teknelere dogru yola ciktik. Bu gezinin en guzel yanlarindan biri de tekne gezilerinin bolluguydu. Her seferinde de tekne acilir acilmaz hemen tezgahlar kurulup hediyelik esyalar sergilenmeye basliyor ve pazarliklar suruyordu. Burada da Pagodaya ulasincaya
kadar alis veris ve fotograf fasillari surdu.
Karaya ciktigimizda Hue'nin en guzel tapinagi olan Yasli Tanrica Tapinagi tum ihtisamiyla karsimizdaydi. Buradaki stupanin yuksekligi 21 metre ve yedi katli. Tapinagin 1601 yilinda Nguyen Hoang tarafindan yaptirilmis olmasina karsin stupa 1840 yilinda dikilmis. Anlatilanlara gore, sehrin kurulacagi yer yasli bir kadin tarafindan hukumdara bu tepeden gosterilmis.
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 5
Hue'nin en guzel tapinagi olan Yasli Tanrica Tapinagi'ndan sonra otelimize geldik.Saigon Morin Oteli bize İstanbul'daki Pera Palas Oteli'ni anımsattı. Akşam yemeğini otelde, çok güzel folklorik bir dans gösterisi eşliğinde yedik. Havanın serin ve hafif yağışlı olmasına rağmen, bahçenin güzelliği karşısında kendimizi orada yürüyüş yapmaktan alıkoyamadık.
Hue şehri bir dönem Vietnam'a başkentlik yapmış, insana doğal güzellik şöleni yaşatan bir kent. Hoşimin ve Hanoy kentlerinin aksine son yarım yüzyıllık gelişmelerden en az etkilenmiş bir şehir. Hue, mimarisiyle ve anıtlarıyla ünlü.Ayrıca Hue Anıtları , Unesco'nun dünya mirasları listesine de girmiştir.
Ertesi sabah Hue Kalesi'ne gittik. Kalenin en önemli kısımları bayrak kulesi ve 9 kutsal top. Kalenin surları 10 kmlik. Hala sağlam, yapımı 1804 yılında İmparator Gia Long tarafından başlatılmış ve 30 yıl boyunca sürekli büyüyerek gelişmiş. 300 adet saray, tapınak, kraliyet binaları ve gömütler varmış. Vietnam halkı çok uzun yıllar savaşlar yaşamış bir ülke. Bu savaşlardan insanların etkilendiği gibi tarihi eserler de etkilenmiş. Hue bu bakımdan daha şanslı, buradaki tarihi eserler daha az zarar görmüş. Ama kaledeki bu 300 adet saray,tapınak vs hepsi ayakta değil yine de...
Kale surları üzerinde 10 kapı var. 9 kutsal topun 4'ü mevsimleri, 5 i de temel öğeleri (toprak, ateş, su, metal ve tahta) simgeliyor.
Yine bu kalenin içinde yer alan "Yasak Kent", Beijing'deki "Yasak Kent" ile aynı plana sahip. Burasının sadece İmparator ve onun cariyelerine açık olan, yasağa karşı gelenin de ölümle cezalandırıldığı bir şehir olduğunu öğreniyoruz. Yasak Kentin 4 kapısı var ve en güzel kapısı olan Ngomon (öğlen kapısı) görülmeye değer çok güzel mozaik işlemelere sahip.
Kraliyet kentinin özgün 148 yapısından bugün yalnızca 20si ayakta. Bunların en güzeli Tay Hoa Sarayı (en yüksek uyum sarayı) Kraliyet törenlerinin gerçekleştirildiği bir taht sarayı. Eskiden imparatorlar öldüklerinde yeniden canlanacaklarına inanıp, bu inanışla kendilerine mezar saray yaptırırlar ve içinde ölmden önce de yaşarlarmış, bir anlamda sayfiye saray gibi...Biz bu gezide Kral Tu Doc ve Kral Khai Dinh mezarlarını gezdik. Bu mezar saraylarda herşey düşünülmüş. Gölet ve hatta üstündeki adası, kayığı, balıklar da dahil olmak üzere. Bu mezar saray ziyaretinden sonra Hue'den ayrıldık. Buradan Hoi An'a hareket ettik.
Hoi An, gelenekselliği henüz bozulmamış bir kent. Kentin içine araç girmiyor. "Tuk Tuk" denilen araçlarla veya yürüyerek bu sevimli kent geziliyor.
"Hoi An Beach Resort" da kaldık. Çok güzel ve şirin bir oteldi. Akşam yemeğinden sonra odamızın bahçesinde arkadaşlarla "Türk kahvesi" keyfi yaptık ve günün yorgunluğunu attık.
Ertesi sabah, deniz kenarında çok güzel bir kahvaltı ile güne başladık. Kah yürüyerek kah Tuk Tuk ile kenti gezdik. Tuk Tuklar hepimizin çok hoşuna gitti, değişik bir deneyim oldu bizim için. Daha sonra yerel bir restorantta öğlen yemeğimizi yedik ve gruptan bir arkadaşımızın doğum gününü kutladık. Hoi An'da "Kapalı Köprü (Japon Köprüsü) görülmeye değer yerlerden biri. Köprü içinde küçük bir tapınak var. Ayrıca köprünün başında küçük dükkanlar var.
Hue şehri bir dönem Vietnam'a başkentlik yapmış, insana doğal güzellik şöleni yaşatan bir kent. Hoşimin ve Hanoy kentlerinin aksine son yarım yüzyıllık gelişmelerden en az etkilenmiş bir şehir. Hue, mimarisiyle ve anıtlarıyla ünlü.Ayrıca Hue Anıtları , Unesco'nun dünya mirasları listesine de girmiştir.
Ertesi sabah Hue Kalesi'ne gittik. Kalenin en önemli kısımları bayrak kulesi ve 9 kutsal top. Kalenin surları 10 kmlik. Hala sağlam, yapımı 1804 yılında İmparator Gia Long tarafından başlatılmış ve 30 yıl boyunca sürekli büyüyerek gelişmiş. 300 adet saray, tapınak, kraliyet binaları ve gömütler varmış. Vietnam halkı çok uzun yıllar savaşlar yaşamış bir ülke. Bu savaşlardan insanların etkilendiği gibi tarihi eserler de etkilenmiş. Hue bu bakımdan daha şanslı, buradaki tarihi eserler daha az zarar görmüş. Ama kaledeki bu 300 adet saray,tapınak vs hepsi ayakta değil yine de...
Kale surları üzerinde 10 kapı var. 9 kutsal topun 4'ü mevsimleri, 5 i de temel öğeleri (toprak, ateş, su, metal ve tahta) simgeliyor.
Yine bu kalenin içinde yer alan "Yasak Kent", Beijing'deki "Yasak Kent" ile aynı plana sahip. Burasının sadece İmparator ve onun cariyelerine açık olan, yasağa karşı gelenin de ölümle cezalandırıldığı bir şehir olduğunu öğreniyoruz. Yasak Kentin 4 kapısı var ve en güzel kapısı olan Ngomon (öğlen kapısı) görülmeye değer çok güzel mozaik işlemelere sahip.
Kraliyet kentinin özgün 148 yapısından bugün yalnızca 20si ayakta. Bunların en güzeli Tay Hoa Sarayı (en yüksek uyum sarayı) Kraliyet törenlerinin gerçekleştirildiği bir taht sarayı. Eskiden imparatorlar öldüklerinde yeniden canlanacaklarına inanıp, bu inanışla kendilerine mezar saray yaptırırlar ve içinde ölmden önce de yaşarlarmış, bir anlamda sayfiye saray gibi...Biz bu gezide Kral Tu Doc ve Kral Khai Dinh mezarlarını gezdik. Bu mezar saraylarda herşey düşünülmüş. Gölet ve hatta üstündeki adası, kayığı, balıklar da dahil olmak üzere. Bu mezar saray ziyaretinden sonra Hue'den ayrıldık. Buradan Hoi An'a hareket ettik.
Hoi An, gelenekselliği henüz bozulmamış bir kent. Kentin içine araç girmiyor. "Tuk Tuk" denilen araçlarla veya yürüyerek bu sevimli kent geziliyor.
"Hoi An Beach Resort" da kaldık. Çok güzel ve şirin bir oteldi. Akşam yemeğinden sonra odamızın bahçesinde arkadaşlarla "Türk kahvesi" keyfi yaptık ve günün yorgunluğunu attık.
Ertesi sabah, deniz kenarında çok güzel bir kahvaltı ile güne başladık. Kah yürüyerek kah Tuk Tuk ile kenti gezdik. Tuk Tuklar hepimizin çok hoşuna gitti, değişik bir deneyim oldu bizim için. Daha sonra yerel bir restorantta öğlen yemeğimizi yedik ve gruptan bir arkadaşımızın doğum gününü kutladık. Hoi An'da "Kapalı Köprü (Japon Köprüsü) görülmeye değer yerlerden biri. Köprü içinde küçük bir tapınak var. Ayrıca köprünün başında küçük dükkanlar var.
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 6
Öğlen yemeğinden sonra, Hoi-An'dan otobüslerle DaNang'a doğru yola çıktık. Yolda Mermer Dağı'na uğradık. Mermer Dağı, 5 mermer ve kireç taşından oluşan tepe grubunun oluşturduğu bir dağ. 5 tepe 5 elementi simgeliyor. Metal,su,tahta,ateş,toprak...
Dağa basamaklarla çıkılıyor.Fakat çıkış çok dik olduğu için, Rehberimiz Mustafa Peştereli, sağlık durumu uygun olmayan gezginlerin otobüste bekleyebileceğini veya otobüsün durduğu yerde mermerden yapılmış hediyelik eşya satan dükkanları dolaşabileceklerini söyledi.4-5 kişi aşağıda kalmayı tercih etti; biz geri kalanlar tırmanışa başladık.
Ağaçların arasında, tepeye kadar yerleştirilmiş o dik basamakları kah hızlı kah yavaş tırmandık. En tepede bizi çok büyük bir mağara bekliyordu. Mağara girişinde, tüm tapınaklarda olduğu gibi, mağarayı koruyan heykeller yer alıyor. Tavanı çok yüksek ve çok büyük olan mağaranın içinde devasa bir Buda heykeli var. Ziyarete gelenler burada adak yapıyorlar.Fotoğraf çekimlerimizi tamamladıktan sonra yavaş yavaş inişe geçtik.
İniş yolu farklı bir güzergahtaydı. Dağın bu yamacında şehrin panaromik görüntüsü yer alıyordu. İniş de en az çıkış kadar zorluydu ama grubun uyumu ve neşesi sayesinde ne çıkış ne de iniş bizi zorlamadı. Aşağı indiğimizde grubun geri kalanını oradaki dükkanlardan alışveriş eder bir durumda bulduk. Otobüse binip DaNang'a doğru yola çıktık.
DaNang'a vardığımızda doğru Cham (Çam) Uygarlığı Müzesi'ne gittik. Burada Champa Krallığı'ndan kalma muhteşem heykelleri gördük.
Günün sonunda hepimiz yorgun düşmüştük ama daha Hanoi'a yapacağımız uçak yolculuğu vardı. Ama ondan da önce, çok güzel bir dans (Apsara dansı) gösterisini izleyeceğimiz restoranımıza doğru yola çıktık.
Dağa basamaklarla çıkılıyor.Fakat çıkış çok dik olduğu için, Rehberimiz Mustafa Peştereli, sağlık durumu uygun olmayan gezginlerin otobüste bekleyebileceğini veya otobüsün durduğu yerde mermerden yapılmış hediyelik eşya satan dükkanları dolaşabileceklerini söyledi.4-5 kişi aşağıda kalmayı tercih etti; biz geri kalanlar tırmanışa başladık.
Ağaçların arasında, tepeye kadar yerleştirilmiş o dik basamakları kah hızlı kah yavaş tırmandık. En tepede bizi çok büyük bir mağara bekliyordu. Mağara girişinde, tüm tapınaklarda olduğu gibi, mağarayı koruyan heykeller yer alıyor. Tavanı çok yüksek ve çok büyük olan mağaranın içinde devasa bir Buda heykeli var. Ziyarete gelenler burada adak yapıyorlar.Fotoğraf çekimlerimizi tamamladıktan sonra yavaş yavaş inişe geçtik.
İniş yolu farklı bir güzergahtaydı. Dağın bu yamacında şehrin panaromik görüntüsü yer alıyordu. İniş de en az çıkış kadar zorluydu ama grubun uyumu ve neşesi sayesinde ne çıkış ne de iniş bizi zorlamadı. Aşağı indiğimizde grubun geri kalanını oradaki dükkanlardan alışveriş eder bir durumda bulduk. Otobüse binip DaNang'a doğru yola çıktık.
DaNang'a vardığımızda doğru Cham (Çam) Uygarlığı Müzesi'ne gittik. Burada Champa Krallığı'ndan kalma muhteşem heykelleri gördük.
Günün sonunda hepimiz yorgun düşmüştük ama daha Hanoi'a yapacağımız uçak yolculuğu vardı. Ama ondan da önce, çok güzel bir dans (Apsara dansı) gösterisini izleyeceğimiz restoranımıza doğru yola çıktık.
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 7
DaNang’dan başkent Hanoi’e geçmeden önce gittiğimiz restorantta çok güzel midye yiyerek ‘Apsara Dans’ gösterisini izledik. Apsara’nın anlamı, ‘dinsel dansöz’ dür.
Yemekten sonra uçakla Hanoi’e gittik. Hanoi’de, ilk gün sabah, Ho Şi Min Anıt Mezarı’na gittik. Ho Şi Min, Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi, ülkesinin bağımsızlığı için çok savaşmıştır, Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’ni 1945 yılında ilan etmiş ve ilk başbakanı olmuştur. Bu anıt mezar, Vietnam’ın çeşitli yerlerinden getirilen yerel malzemeler kullanılarak yaptırılmıştır. Ho Şi Min’in naaşı anıt mezarın derinliklerinde cam bir lahit içinde bulunuyor. Ho Şi Min, Vietnamliların Atatürk’ü… Bu anıt mezar da adeta ‘Anıtkabir’in küçük bir kopyası gibi. Fikrimce, kendisi Atatürk’den de etkilenmiştir; yaşça Atatürk’den biraz daha genç fakat aynı dönemin insanları. Anıtmezarın hemen yanında evi de var. Ağaçların arasında, göl kenarında önemli kararlarını aldığı bu ev oldukça sade döşenmiş.
Buradan yine yürüyerek aynı parkın içinde yer alan Sütunlu Pagoda’ya geçtik. İmparator Li Tay Tong tarafından 1049 yılında yaptırılmıştır. Rivayete gore, varisi olmayan İmparator bir gece rüyasında merhamet Tanrıçası Guan Am’ı (Quan Am) lotus çiçeğinin üzerinde otururken görür ve Tanrıça kendisine bir erkek varis verir . Bunun üzerine Li Tay Tong bir çiftçi kızı ile evlenir ve bir erkek varis sahibi olur. Tanrıya şükranlarını sunmak için de 1049 yılında bu Sütunlu Pagoda’yı yaptırır. Tahtadan yapılmıştır ve 1,25m çapında tek bir taş üzerine yerleştirilmiş, tasarımında keder denizinin ortasından yükselen lotus çiçeğine benzemesi amaçlanmış.
Buradan ayrılıp ‘Edebiyat Tapınağı’na geçtik. Tapınak, ‘Konfüçyus’a adanmıştır. Yapının kendisi oldukça iyi korunmuş Vietnam mimarisinin güzel bir örneği. Vietnam’ın ilk üniversitesi ve asker çocuklarının eğitimi için burada kurulmuştur. (1484) Bu tapınak duvarlarla ayrılmış 5 avludan oluşuyor. İkinci avluda mimarisi çok güzel olan Ku Van Pagodası bulunmakta. Burada Vietnam’a özgü müzik aletleri çalan bir bayan grubunun müziklerini dinledik.
Buradan çıktıktan sonra, Hoan Kiem gölü kenarında bir tapınak daha gezdik (Ngok Son Tapınağı). Bu tapınaktaki ziyaretimizden sonra ‘Su Kuklaları Tiyatrosu’ na geçtik. Bütün gösteri suyun içinde geçtiği için çok ilgi çekici. Vietnam’a gideceklere mutlaka görmelerini tavsiye ederim. Bu gösteri seyirciler için ne kadar ilgi çekici ise kukla oynatıcıları için de bir o kadar meşakkatli. Çok zor ve emek isteyen bu işi yapanlar, gösteri boyunca suyun içinde yarı bellerine kadar kaldıkları için çoğunun genç yaşta eklem ve romatizma hastalıklarına yakalandığını öğrendik.
Gösteriyi izledikten sonra bisikletli Tuk-Tuk ile şehir turu yaptık. Serbest zamanda alışverişimizi yapıp otele giriş yaptık. Akşamı otelde geçirdik.
Aşağıdaki videoda Edebiyat Tapınağında (Temple of Literature) yerel müzik aletleri ile yapılan müziği dinleyebilirsiniz.
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 8
Ertesi sabah, otobüsle Nin Bin'e gittik. Nin Bin'e vardıktan sonra teknelere binip Vietnam'ın kırsal kesimlerine doğru yol almaya başladık. Tekneler 2 kişilik ve genelde kadınlar kullanıyor. İlginç tarafı ise kadınlar kürekleri ayaklarıyla çekiyorlar!
Burada doğal güzellikler nefes kesiciydi. "Indochina" filminin çekildiği Tam Kok Mağaralarını gezdik. Bazı yerlerde mağaranın tavanına elimizi bile değdirebiliyorduk. Mağaraların bir kısmının giriş-çıkışı birbirine yakın olduğu için içerisi aydınlıktı ama bazıları kapkaranlıktı. Yol boyunca manzara muhteşemdi. Yolun kenarında çok güzel egzotik çiçeklerin yetiştiği bir ev gördük. Teknelerde sürücüler 2 kişiydi. Bunun sebebini bir süre gittikten sonra anladık: Belli bir süre gittikten sonra büyükçe bir kutu açılıp elişi örtüler, vs... çıkıyor ve satış yapıyorlardı. Bizim tekneyi önce bir kadın kullanıyordu, yolda kocasını aldık, kürekleri ona devredip bize sandığını açtı ve elişlerini sergiledi ama biz alışveriş yapmadık.
Mağara gezimizi tamamladıktan sonra tekrar otobüse bindik. Halong'a doğru yola çıktık. Halong'da otelde akşam yemeğimizi yedik. "Halong Plaza" Oteli deniz kenarı, körfez manzaralı güzel bir otel, konaklayacaklara tavsiye ederim. Yemekten sonra arkadaşlarla hafif yağmur çiselemesine rağmen, deniz kıyısında yürüyüş yaptık.
Ertesi sabah, dünyanın en ilginç jeolojik oluşumlarından birine sahip, UNESCO'nun dünya mirası listesindeki Halong (Ejderhanın denize indiği yer) Körfezi'ni tekneyle dolaşmak üzere yola çıktık. Ancak limana geldiğimizde sis dolayısıyla teknelerin limandan çıkmasının yasak olduğunu öğrendik, 30 dk kadar otobüsümüzde bekledikten sonra sisin hafiflediği ve teknelere açılma izni çıktığını öğrendik ve gezinin en can alıcı duraklarından biri olan Halong Körfezi'ne doğru açıldık.
Burada doğal güzellikler nefes kesiciydi. "Indochina" filminin çekildiği Tam Kok Mağaralarını gezdik. Bazı yerlerde mağaranın tavanına elimizi bile değdirebiliyorduk. Mağaraların bir kısmının giriş-çıkışı birbirine yakın olduğu için içerisi aydınlıktı ama bazıları kapkaranlıktı. Yol boyunca manzara muhteşemdi. Yolun kenarında çok güzel egzotik çiçeklerin yetiştiği bir ev gördük. Teknelerde sürücüler 2 kişiydi. Bunun sebebini bir süre gittikten sonra anladık: Belli bir süre gittikten sonra büyükçe bir kutu açılıp elişi örtüler, vs... çıkıyor ve satış yapıyorlardı. Bizim tekneyi önce bir kadın kullanıyordu, yolda kocasını aldık, kürekleri ona devredip bize sandığını açtı ve elişlerini sergiledi ama biz alışveriş yapmadık.
Mağara gezimizi tamamladıktan sonra tekrar otobüse bindik. Halong'a doğru yola çıktık. Halong'da otelde akşam yemeğimizi yedik. "Halong Plaza" Oteli deniz kenarı, körfez manzaralı güzel bir otel, konaklayacaklara tavsiye ederim. Yemekten sonra arkadaşlarla hafif yağmur çiselemesine rağmen, deniz kıyısında yürüyüş yaptık.
Ertesi sabah, dünyanın en ilginç jeolojik oluşumlarından birine sahip, UNESCO'nun dünya mirası listesindeki Halong (Ejderhanın denize indiği yer) Körfezi'ni tekneyle dolaşmak üzere yola çıktık. Ancak limana geldiğimizde sis dolayısıyla teknelerin limandan çıkmasının yasak olduğunu öğrendik, 30 dk kadar otobüsümüzde bekledikten sonra sisin hafiflediği ve teknelere açılma izni çıktığını öğrendik ve gezinin en can alıcı duraklarından biri olan Halong Körfezi'ne doğru açıldık.
Halong Körfezi'nden manzara... (Halong Körfezi, Tonkin Körfezi'nin ortasında yükselen yaklaşık 3000 adacığı ile Vietnam'ın en değerli doğal hazinesi. Rivayete göre, dağlarda yaşayan ejderha aşağıya inmeye karar verir ve bunu yaparken kuyruğunun etrafa çarpmasıyla vadiler oluşur. Kuyruğunun meydana getirdiği çukurlara su dolar ve bu körfez meydana gelir. Suyun üzerinde kalan bazı yükseltiler de adacıkları oluşturur. Körfezi tehdit eden en büyük tehlike, deniz dibinden sedef çıkarmaya çalışan ve bu nedenle deniz dibi mağaraları harap eden insanlar...)
Aslında sisin tamamen kalkmaması manzaraya çok daha mistik ve gizemli bir hava veriyordu. Bizim de zaten istediğimiz bu görüntüydü. Tekne bir yerde durup öğlen yemeği için balık alırken biz de çok değişik kabuklu deniz hayvanları görme fırsatı elde etmiş olduk. Beyaz masa örtüleri, beyaz peçeteler,garsonlar eşliğinde oldukça şık hazırlanmış öğlen yemeğimizi yedik. Yemek sonrası dönüşe geçtik. Öğleden sonra tekrar karaya çıkarak Hanoi'deki havalimanına gitmek üzere yola koyulduk. Yaklaşık 3 saat süren bir yolculuktan sonra Hanoi Havalimanına geldik ve Lao Krallığının eski başkenti Luang Prabang'a uçtuk.
Böylece gezimizin ilk ayağı olan Vietnam'ı bitirmiş olduk. Vietnam, dünyanın en laik ülkelerinden biri. Bir insanın birden çok dini olabilir. Hiçbir dine inanmayabilir de... Ancak herkes atalara tapkıya inanıyor. Her evde mutlaka atalara tapkı sunağı var. 4 kuşağa kadar fotoğrafları var,çünkü 5. kuşağın reankarne olduğuna inanıyorlar. Dini evlilikler atalara tapkı sunağında oluyor. Çeşitli konular için bu sunakları kullanıyorlar; sınav, bereket, vs... Vietnamlılar aynı zamanda akıl toplumu. Akıl, inançtan önde geliyor. Öldükten sonra yaşama inandıkları için yas tutmuyorlar ve ölümden korkmuyorlar.
Böylece gezimizin ilk ayağı olan Vietnam'ı bitirmiş olduk. Vietnam, dünyanın en laik ülkelerinden biri. Bir insanın birden çok dini olabilir. Hiçbir dine inanmayabilir de... Ancak herkes atalara tapkıya inanıyor. Her evde mutlaka atalara tapkı sunağı var. 4 kuşağa kadar fotoğrafları var,çünkü 5. kuşağın reankarne olduğuna inanıyorlar. Dini evlilikler atalara tapkı sunağında oluyor. Çeşitli konular için bu sunakları kullanıyorlar; sınav, bereket, vs... Vietnamlılar aynı zamanda akıl toplumu. Akıl, inançtan önde geliyor. Öldükten sonra yaşama inandıkları için yas tutmuyorlar ve ölümden korkmuyorlar.
Vietnam-Laos-Kamboçya seyahati
Bölüm 9
Laos'da Grand Luang Prabang Hotelde kalmak üzere girişimizi yaptık.
Ertesi sabah, Kuangsi Şelalesini ve iki tapınak ziyaret etmek için otelden ayrıldık.
Laos'da insanlar son derece telaşsız ve sakin bir karaktere sahipler. Rehberimiz Mustafa Peştereli bize özellikle (vizeyi girişte alacağımız için) işlemler yapılırken aşırı el-kol hareketleri yapmamamızı, yüksek sesle konuşmamamızı ve sabırsızlık ifade edebilecek hareketlerden uzak durmamızı rica etti. Rehberimizin bunu istemesi için son derece geçerli bir nedeni vardı: Daha önce getirdiği gruplardan bir kişi sabırsızlığını vücud diliyle gösterince, vize veren görevli gruba ait pasaportların tümünü kenara koymuş ve sırada bekleyen diğer gruplara geçmiş. Bütün grupların işlemleri bittikten sonra bu gruba tekrar geri dönüp işlemlere devam etmiş. Bir kişinin hareketi saatlerce süren bir bekleyişe neden olmuş. Bu olay yüzünden Mustafa Bey bizleri sakin olmamız konusunda ikaz etti ve bizim o ülkeye konuk olduğumuzu, o ülkenin kurallarının geçerli olduğunu hatırlattı.
İlk durağımız şelalelerdi. Kuangsi Şelalesi, tik ağacı ormanları içinde yer alıyor. Doğa güzelliği çok gözalıcı ve dinlendirici. Sincaplar, maymunlar ve çok değişik tropik bitkiler gördük.
Şelale gezisinden sonra Tamnak Leo Restorantta çok lezzetli yerel yemekler tatmak üzere yola çıktık. Restorantın özel yemeklerinden olan yosuna sarılı jülyen kesilmiş sarmasını ve susama bulanıp fırınlanmış olan yosun yapraklarını tadmanızı özellikle tavsiye ederim.
Yemekten sonra Vat Visun ve Vat Şieng Tong (Altın Kent Tapınağı) Tapınaklarını gezmek üzere yola koyulduk.
"Vat Visun" Tapınağının yerlere kadar inen ön çatısı oldukça özgün bir yapıya sahip. Dua odasında 15-16. yy lara tarihlenen "Yağmur Dileyen Buda" heykelleri kolleksiyonu sergileniyor.
"Vat Şieng Tong" (Altın Kent Tapınağı), eski başkent Luang Prabang'ın en görkemli binası. Ana tapınak çatı kenarları klasik modelde olduğu gibi yere kadar iniyor. En arkada " Yaşam Ağacı" motifi var. Buda'nın yatan bir heykeli ile kraliyet gömüt yeri ilginç.
Tapınaklardan sonra, otele döndük.
O akşam Rehberimiz Mustafa Peştereli'nin bize bir sürprizi vardı. Yemek salonunda bizi Laoslu bir grup kadın bekliyordu. Kadın,erkek, yaşlı ve gençlerden oluşan bir gruptu. Herkes geldikten sonra karşılıklı oturduk ve onlar bir seremoniyle dua ettiler ve daha sonra hepsi teker teker kalkıp gelerek ellerindeki beyaz iplikleri bileklerimize bağladılar. Bileklerimizde bir sürü ip oldu. Her bir ip, bizim geçmiş ruhlarımızı temsil ediyordu. İplerden her biri kendiliğinden açılıp düştüğünde geçmişteki o ruhlarımızla bağımızın koptuğunu ve ruhun özgürlüğe kavuştuğunu varsaydıklarını öğrendik. Bizler için güzel bir anı ve değişik bir deneyim oldu...
Seremoni bittikten sonra yemek ve dans gösterisi oldu.
Ertesi sabah Mekong Irmağı kenarında sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Ulusal Müze'ye gitmek üzere yola çıktık. Burada değişik dini objeler ve Buda heykelleri sergileniyor. Müze çıkışında havaalanına hareket ettik ve öğlen Vientiane'a vardık.
Ertesi sabah, Kuangsi Şelalesini ve iki tapınak ziyaret etmek için otelden ayrıldık.
Laos'da insanlar son derece telaşsız ve sakin bir karaktere sahipler. Rehberimiz Mustafa Peştereli bize özellikle (vizeyi girişte alacağımız için) işlemler yapılırken aşırı el-kol hareketleri yapmamamızı, yüksek sesle konuşmamamızı ve sabırsızlık ifade edebilecek hareketlerden uzak durmamızı rica etti. Rehberimizin bunu istemesi için son derece geçerli bir nedeni vardı: Daha önce getirdiği gruplardan bir kişi sabırsızlığını vücud diliyle gösterince, vize veren görevli gruba ait pasaportların tümünü kenara koymuş ve sırada bekleyen diğer gruplara geçmiş. Bütün grupların işlemleri bittikten sonra bu gruba tekrar geri dönüp işlemlere devam etmiş. Bir kişinin hareketi saatlerce süren bir bekleyişe neden olmuş. Bu olay yüzünden Mustafa Bey bizleri sakin olmamız konusunda ikaz etti ve bizim o ülkeye konuk olduğumuzu, o ülkenin kurallarının geçerli olduğunu hatırlattı.
İlk durağımız şelalelerdi. Kuangsi Şelalesi, tik ağacı ormanları içinde yer alıyor. Doğa güzelliği çok gözalıcı ve dinlendirici. Sincaplar, maymunlar ve çok değişik tropik bitkiler gördük.
Şelale gezisinden sonra Tamnak Leo Restorantta çok lezzetli yerel yemekler tatmak üzere yola çıktık. Restorantın özel yemeklerinden olan yosuna sarılı jülyen kesilmiş sarmasını ve susama bulanıp fırınlanmış olan yosun yapraklarını tadmanızı özellikle tavsiye ederim.
Yemekten sonra Vat Visun ve Vat Şieng Tong (Altın Kent Tapınağı) Tapınaklarını gezmek üzere yola koyulduk.
"Vat Visun" Tapınağının yerlere kadar inen ön çatısı oldukça özgün bir yapıya sahip. Dua odasında 15-16. yy lara tarihlenen "Yağmur Dileyen Buda" heykelleri kolleksiyonu sergileniyor.
"Vat Şieng Tong" (Altın Kent Tapınağı), eski başkent Luang Prabang'ın en görkemli binası. Ana tapınak çatı kenarları klasik modelde olduğu gibi yere kadar iniyor. En arkada " Yaşam Ağacı" motifi var. Buda'nın yatan bir heykeli ile kraliyet gömüt yeri ilginç.
Tapınaklardan sonra, otele döndük.
O akşam Rehberimiz Mustafa Peştereli'nin bize bir sürprizi vardı. Yemek salonunda bizi Laoslu bir grup kadın bekliyordu. Kadın,erkek, yaşlı ve gençlerden oluşan bir gruptu. Herkes geldikten sonra karşılıklı oturduk ve onlar bir seremoniyle dua ettiler ve daha sonra hepsi teker teker kalkıp gelerek ellerindeki beyaz iplikleri bileklerimize bağladılar. Bileklerimizde bir sürü ip oldu. Her bir ip, bizim geçmiş ruhlarımızı temsil ediyordu. İplerden her biri kendiliğinden açılıp düştüğünde geçmişteki o ruhlarımızla bağımızın koptuğunu ve ruhun özgürlüğe kavuştuğunu varsaydıklarını öğrendik. Bizler için güzel bir anı ve değişik bir deneyim oldu...
Seremoni bittikten sonra yemek ve dans gösterisi oldu.
Ertesi sabah Mekong Irmağı kenarında sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Ulusal Müze'ye gitmek üzere yola çıktık. Burada değişik dini objeler ve Buda heykelleri sergileniyor. Müze çıkışında havaalanına hareket ettik ve öğlen Vientiane'a vardık.
Vietnam-Laos-Kamboçya Seyahati
Bölüm 10
Eskiden Laos'un başkenti Luan Prabang iken, 20.yüzyıl başlarında Vientiane başkent ilan edilmiş. Kent, büyük ölçüde Avrupa-Asya karışımı özellikler taşısa da geçmişin izlerini fazlasıyla barındırmakta. Biz Luan Prabang'ı daha çok beğendik.
Vientiane'e gider gitmez "Vat Thant Luang", "Vat Sisaket" (içinde toplam sayısı 6840'a ulaşan irili ufaklı çeşitli Buda heykelleri var), "Vat Ho Phra Keo" tapınaklarını gezdik. Yine muhteşem Buda heykelleri, gözalıcı duvar ve tavan süslemeleri gördük.
Akşam "Laos Plaza Hotel" de konakladıktan sonra, ertesi sabah uçakla Pnom Pen'e (Pnom Penh) Kamboçya'ya geçtik.
Burada Gümüş Pagoda (Zümrüt Buda Pagodası) ve Kraliyet Sarayı gezisi ile günümüze devam ettik. Gümüş Pagoda içindeki 17. yy'dan kalma zümrüt Buda heykeli ve 9584 elmas ile süslenmiş 90 kiloluk altın Buda heykeli gerçekten görülmeye değer. Pagoda'nın tabanı toplam 6 ton gelen 5bin gümüş plaka ile kaplı.
Tonle Sap Kanalı'nı da gezdikten ve Mekong Nehri'nde tekneyle açılıp gün batımını izledikten sonra otelimize geçtik.
Kamboçya "Acı Gülümseme" ülkesi. Çünkü ülkede herkesin "Kızıl Kmerler" yüzünden yaşadığı acı bir hikayesi var.
Kızıl Kmerler, Kamboçya'da gerilla savaşı ile iktidarı ele geçirmiştir ve komünist rejim adı altında aslında 20. yüzyılın en kanlı rejimlerinden biri kabul edilen "Kızıl Kmer" iktidarını uygulamışlardır.
Ülkedeki meslek sahiplerinin ve teknik elemanlarının hemen hepsi yok edilmiştir. Kentlerde yaşayan milyonlarca kişi zorla köye yerleştirilerek, kolektif çiftliklerde çalışmaya zorlanmıştır. Rejim düşmanı ilan edilenler aileleriyle beraber toplu olarak katledildi.
Biz, Pnom Pen'deki 2. günümüzde bu katliamın merkezi olan ve şimdiki adı "Soykırım Müzesi" (Tuol Sleng) olan eski bir Fransız Kız Lisesi binasını gezmeye gittik. Orada gördüğümüz fotoğraflar, işkence aletleri bizi derinden etkiledi. Bu turun en acı veren ve hüzünlü yerlerinden biriydi.
Pnom Pen birkaç milyonluk nüfusu ile tıpkı Uzakdoğu filmlerinde gördüğümüz kentlere benziyor. 1991 Paris Barış Antlaşması'ndan sonra Japonların yatırımları, Singapurlu tüccarların ve diğer yabancı sermaye girişleri ile canlanmış.Hükümet dışı kuruluşlar, safran rengi giysili rahipler, masaj salonları, genelevler, karmakarışık trafiği ile şehri gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Vientiane'e gider gitmez "Vat Thant Luang", "Vat Sisaket" (içinde toplam sayısı 6840'a ulaşan irili ufaklı çeşitli Buda heykelleri var), "Vat Ho Phra Keo" tapınaklarını gezdik. Yine muhteşem Buda heykelleri, gözalıcı duvar ve tavan süslemeleri gördük.
Akşam "Laos Plaza Hotel" de konakladıktan sonra, ertesi sabah uçakla Pnom Pen'e (Pnom Penh) Kamboçya'ya geçtik.
Burada Gümüş Pagoda (Zümrüt Buda Pagodası) ve Kraliyet Sarayı gezisi ile günümüze devam ettik. Gümüş Pagoda içindeki 17. yy'dan kalma zümrüt Buda heykeli ve 9584 elmas ile süslenmiş 90 kiloluk altın Buda heykeli gerçekten görülmeye değer. Pagoda'nın tabanı toplam 6 ton gelen 5bin gümüş plaka ile kaplı.
Tonle Sap Kanalı'nı da gezdikten ve Mekong Nehri'nde tekneyle açılıp gün batımını izledikten sonra otelimize geçtik.
Kamboçya "Acı Gülümseme" ülkesi. Çünkü ülkede herkesin "Kızıl Kmerler" yüzünden yaşadığı acı bir hikayesi var.
Kızıl Kmerler, Kamboçya'da gerilla savaşı ile iktidarı ele geçirmiştir ve komünist rejim adı altında aslında 20. yüzyılın en kanlı rejimlerinden biri kabul edilen "Kızıl Kmer" iktidarını uygulamışlardır.
Ülkedeki meslek sahiplerinin ve teknik elemanlarının hemen hepsi yok edilmiştir. Kentlerde yaşayan milyonlarca kişi zorla köye yerleştirilerek, kolektif çiftliklerde çalışmaya zorlanmıştır. Rejim düşmanı ilan edilenler aileleriyle beraber toplu olarak katledildi.
Biz, Pnom Pen'deki 2. günümüzde bu katliamın merkezi olan ve şimdiki adı "Soykırım Müzesi" (Tuol Sleng) olan eski bir Fransız Kız Lisesi binasını gezmeye gittik. Orada gördüğümüz fotoğraflar, işkence aletleri bizi derinden etkiledi. Bu turun en acı veren ve hüzünlü yerlerinden biriydi.
Pnom Pen birkaç milyonluk nüfusu ile tıpkı Uzakdoğu filmlerinde gördüğümüz kentlere benziyor. 1991 Paris Barış Antlaşması'ndan sonra Japonların yatırımları, Singapurlu tüccarların ve diğer yabancı sermaye girişleri ile canlanmış.Hükümet dışı kuruluşlar, safran rengi giysili rahipler, masaj salonları, genelevler, karmakarışık trafiği ile şehri gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Vietnam-Laos-Kamboçya Seyahati
Bölüm 11
Öğlen uçuşu ile Pnom Pen'den Siem Reap'e geçtik. Uzakdoğu'nun en etkileyici bölgesi olan ve 2 gün boyunca gezeceğimiz ANGKOR 'a doğru yola koyulduk.
Angkor, Atina,Roma,Efes,İstanbul, Afrodisyas kadar önemli. Tüm Asya'nın belki de en görkemli arkeolojik örenyeri.
Angelina Jolie'nin oynadığı , Tomb Raider filmini burada çekilmiştir.
Angkor tapınaklarının yapıldığı Angkor dönemi 600 yıllık bir dönemi kapsıyor (802-1432). Angkor dünyadaki en büyük tapınaklar silsilesine sahip, 400 km2 lik alana yayılmış tapınaklarda, sarnıçlardan ve kanallardan oluşan en eski bir kent. Angkor Tapınakları savaş ve yağmacılık yüzünden büyük bir ölçüde zarar görmüş, ama en önemli sorun bakımsızlıktı. Yağmurların ve başka doğal etkenlerin aşındırmasına uğrayan yapılar, yoğun bir bitki örtüsüyle sarılmıştı. Tartışmalı bir restorasyon başlangıcından sonra yoğun çalışmaların sonucunda Angkor Tapınakları dünya hazinesine kazandırılmıştır.
11 Şubat 2012 de Tanrı Şiva'ya adanmış olan Bontei Srei Tapınağını ve Kutsal Havuz Sras Srang'ı da gezdik ve oradan otelimize geçtik. Rehberimiz Mustafa Peştereli'nin hazırlattığı çok güzel bir öğlen yemeğinden sonra havalimanına gittik ve İstanbul'a dönüşümüz başladı.
Çok güzel bir gezinin sonuna daha gelmiştik. Grubumuz çok eğlenceli ve uyumlu idi.
FEST TUR ile gezmenin tüm ayrıcalıklarını yaşamış olduk. Ama geziyi unutulmaz kılan en önemli unsurlardan biri sevgili Rehberimiz Mustafa Peştereli idi. Bölgeyi ve insanlarını çok iyi tanıması, engin bilgisi, turizm sektöründeki uzun yıllara dayanan deneyimi ve herşeyi bizimle paylaşması sayesinde uzun yıllar sonra dahi anılarımızdan silinmeyecek bir gezi oldu.
Mustafa Bey'in bölge insanlarını çok güzel tanımlayan bir sözüyle yazımı bitirmek istiyorum :
Vietnam'lı pirinci eker
Kamboçya'lı büyümesini seyreder
Laos'lu dinler
Çinli de satar.
Angkor, Atina,Roma,Efes,İstanbul, Afrodisyas kadar önemli. Tüm Asya'nın belki de en görkemli arkeolojik örenyeri.
Angelina Jolie'nin oynadığı , Tomb Raider filmini burada çekilmiştir.
Angkor tapınaklarının yapıldığı Angkor dönemi 600 yıllık bir dönemi kapsıyor (802-1432). Angkor dünyadaki en büyük tapınaklar silsilesine sahip, 400 km2 lik alana yayılmış tapınaklarda, sarnıçlardan ve kanallardan oluşan en eski bir kent. Angkor Tapınakları savaş ve yağmacılık yüzünden büyük bir ölçüde zarar görmüş, ama en önemli sorun bakımsızlıktı. Yağmurların ve başka doğal etkenlerin aşındırmasına uğrayan yapılar, yoğun bir bitki örtüsüyle sarılmıştı. Tartışmalı bir restorasyon başlangıcından sonra yoğun çalışmaların sonucunda Angkor Tapınakları dünya hazinesine kazandırılmıştır.
11 Şubat 2012 de Tanrı Şiva'ya adanmış olan Bontei Srei Tapınağını ve Kutsal Havuz Sras Srang'ı da gezdik ve oradan otelimize geçtik. Rehberimiz Mustafa Peştereli'nin hazırlattığı çok güzel bir öğlen yemeğinden sonra havalimanına gittik ve İstanbul'a dönüşümüz başladı.
Çok güzel bir gezinin sonuna daha gelmiştik. Grubumuz çok eğlenceli ve uyumlu idi.
FEST TUR ile gezmenin tüm ayrıcalıklarını yaşamış olduk. Ama geziyi unutulmaz kılan en önemli unsurlardan biri sevgili Rehberimiz Mustafa Peştereli idi. Bölgeyi ve insanlarını çok iyi tanıması, engin bilgisi, turizm sektöründeki uzun yıllara dayanan deneyimi ve herşeyi bizimle paylaşması sayesinde uzun yıllar sonra dahi anılarımızdan silinmeyecek bir gezi oldu.
Mustafa Bey'in bölge insanlarını çok güzel tanımlayan bir sözüyle yazımı bitirmek istiyorum :
Vietnam'lı pirinci eker
Kamboçya'lı büyümesini seyreder
Laos'lu dinler
Çinli de satar.