Yuva Kuru Temizleme
Biliyor musun, dün gece intihar ettim. Bunu nasıl mı yazıyorum? E hep vücut ölecek değil ya! Bir sefer de ruh intihar etsin, dedim. Vücudum temizdi ama ruhum … Yıllardır taşıdığım bu kirli iç çamaşırından bıkmıştım.
İlk yaptığım şey ruhun ilkel çamaşır suyunu denemek oldu; din … Olmadı! Daha sonra modern leke çıkarıcıları denedim; terapistler … Olmadı! Alternatif yöntemler araştırdım: Evrensel enerji falan … Olmadı! Sonunda (!) bilime başvurdum; kuru temizlemeciler yani psikiyatristler …
Elbette ilk yapılması gereken şeydi ama ben sona bırakmıştım. Birkaç sefer konuşmayla denedik ama ; "leke içine işlemiş " dedi Doktor. "Peki ben ne yapacağım" dedim. " Beni bir tür kuru temizlemeci olarak düşün. Sana bunun lekesi çıkmaz dediğim bir kıyafeti ne yapardın" dedi. Cevap vermedim. Sadece kafamı salladım ve onun dünyasından çıktım.
Eve dönmek istiyordum. Arabama bindim. Ama kafa bir milyon! Kırmızı-yeşil ışıkmış, yayaymış, kavşakmış hak getire … Hani siz değil de araba sizi götürür ya!? Hah, işte aynen öyle!!
Eve giden dönemece geldim. İşte benim parkım, senelerce okula gidip geldiğim, sevgililerimle buluşmak için, vapuru kaçırmamak için, babamla kavga ettiğimde sinirle evden çıkıp hızlı hızlı teptiğim o tanıdık yol. Arabayı sağa çektim, park ettim. Deniz kıyısına yürüdüm; gizli gizli sigara içmek için kaçtığım sahile .. Evden gözükmeyecek şekilde bellediğim bir bank vardı, ona oturdum. Dışarıdan bakılınca ben hala gençtim , eh yakışıklı da sayılırdım. Rol yaparak edindiğim iyi bir eğitimim ve çok iyi bir işim vardı. Oysa içimden leş kokusu çıkıyordu. Ve doktor da "leke içine işlemiş … kuru temizlemeci … bu kıyafeti ne yapardın" demişti! Söyledikleri sürekli kafamda, denize bakıyordum.
O an kararımı verdim. İçimde müthiş bir sevinçle eve yürümeye başladım. Tanrım ! önüme çıkan herkesi öpüp sarılasım, yerlerde takla atasım, parktaki salıncakları havalara fırlatasım, sıkışan trafiğe polis olasım, insanlar umutlansın diye kuş olup uçup insanların üstüne pisleyesim, simitçinin tablasındaki simitleri alıp jonglörlük yapasım, Ferhat olup dağları delesim falan vardı!!
Apartmana girdim. Asansördeki aynada kendimi öptüm. "Harikasın koçum" dedim! Eve girdim. Doğru yuvama, mabedim dediğim odama. Yatağın ucuna oturdum. Artık yuvadaydım.
Odamda hep bir boya kokusu olurdu. Duvarlarda, pek kimselere göstermek istemediğim, senelerdir yaptığım resimlerin bir kısmı asılıydı. Geri kalanı da çerçevelenmek üzere kenarda yığın halinde duruyordu. Ajandamı çıkarıp şunu yazdım: "seni öldürüyorum". Sonra kendimi dinledim. Yok, hala oradaydı ruhum !! Ortam mı hazırlamak gerekiyordu acaba? Ne bileyim daha önce hiç ruhumu öldürmeyi düşünmemiştim. Hep keyiflenmek, eğlendirmek veya ayrılan sevgilinin ardından kafa bulmak için ortam hazırlamıştım. "Oğlum bundan güzel zevk olur mu, ruhunu öldürüyorsun lan işte" dedim. Oradan buradan fotoğraflar, notlar falan topladım; bir de Rod Stewart' ın "have you ever seen the rain" şarkısını açtım YouTube' dan, bir de yanına buz gibi bir limonlu icetea … Önce, ilk deneme kolay olsun diye zaten kalmamış olan şeyi öldürdüm; yaşama sevincimi … Gerisi zaten kolayca geldi: umut, hayal kurma arzusu, gençlik, çocukluk, cinsel istekler, mutluluk hisleri …
Sıra aşk ve sevgiye geldi. Gözü dönmüş bir ruh hastası ölmekten, ölümden korkmaz. Bastım hançeri gitti …
Alıntıdır …
İlk yaptığım şey ruhun ilkel çamaşır suyunu denemek oldu; din … Olmadı! Daha sonra modern leke çıkarıcıları denedim; terapistler … Olmadı! Alternatif yöntemler araştırdım: Evrensel enerji falan … Olmadı! Sonunda (!) bilime başvurdum; kuru temizlemeciler yani psikiyatristler …
Elbette ilk yapılması gereken şeydi ama ben sona bırakmıştım. Birkaç sefer konuşmayla denedik ama ; "leke içine işlemiş " dedi Doktor. "Peki ben ne yapacağım" dedim. " Beni bir tür kuru temizlemeci olarak düşün. Sana bunun lekesi çıkmaz dediğim bir kıyafeti ne yapardın" dedi. Cevap vermedim. Sadece kafamı salladım ve onun dünyasından çıktım.
Eve dönmek istiyordum. Arabama bindim. Ama kafa bir milyon! Kırmızı-yeşil ışıkmış, yayaymış, kavşakmış hak getire … Hani siz değil de araba sizi götürür ya!? Hah, işte aynen öyle!!
Eve giden dönemece geldim. İşte benim parkım, senelerce okula gidip geldiğim, sevgililerimle buluşmak için, vapuru kaçırmamak için, babamla kavga ettiğimde sinirle evden çıkıp hızlı hızlı teptiğim o tanıdık yol. Arabayı sağa çektim, park ettim. Deniz kıyısına yürüdüm; gizli gizli sigara içmek için kaçtığım sahile .. Evden gözükmeyecek şekilde bellediğim bir bank vardı, ona oturdum. Dışarıdan bakılınca ben hala gençtim , eh yakışıklı da sayılırdım. Rol yaparak edindiğim iyi bir eğitimim ve çok iyi bir işim vardı. Oysa içimden leş kokusu çıkıyordu. Ve doktor da "leke içine işlemiş … kuru temizlemeci … bu kıyafeti ne yapardın" demişti! Söyledikleri sürekli kafamda, denize bakıyordum.
O an kararımı verdim. İçimde müthiş bir sevinçle eve yürümeye başladım. Tanrım ! önüme çıkan herkesi öpüp sarılasım, yerlerde takla atasım, parktaki salıncakları havalara fırlatasım, sıkışan trafiğe polis olasım, insanlar umutlansın diye kuş olup uçup insanların üstüne pisleyesim, simitçinin tablasındaki simitleri alıp jonglörlük yapasım, Ferhat olup dağları delesim falan vardı!!
Apartmana girdim. Asansördeki aynada kendimi öptüm. "Harikasın koçum" dedim! Eve girdim. Doğru yuvama, mabedim dediğim odama. Yatağın ucuna oturdum. Artık yuvadaydım.
Odamda hep bir boya kokusu olurdu. Duvarlarda, pek kimselere göstermek istemediğim, senelerdir yaptığım resimlerin bir kısmı asılıydı. Geri kalanı da çerçevelenmek üzere kenarda yığın halinde duruyordu. Ajandamı çıkarıp şunu yazdım: "seni öldürüyorum". Sonra kendimi dinledim. Yok, hala oradaydı ruhum !! Ortam mı hazırlamak gerekiyordu acaba? Ne bileyim daha önce hiç ruhumu öldürmeyi düşünmemiştim. Hep keyiflenmek, eğlendirmek veya ayrılan sevgilinin ardından kafa bulmak için ortam hazırlamıştım. "Oğlum bundan güzel zevk olur mu, ruhunu öldürüyorsun lan işte" dedim. Oradan buradan fotoğraflar, notlar falan topladım; bir de Rod Stewart' ın "have you ever seen the rain" şarkısını açtım YouTube' dan, bir de yanına buz gibi bir limonlu icetea … Önce, ilk deneme kolay olsun diye zaten kalmamış olan şeyi öldürdüm; yaşama sevincimi … Gerisi zaten kolayca geldi: umut, hayal kurma arzusu, gençlik, çocukluk, cinsel istekler, mutluluk hisleri …
Sıra aşk ve sevgiye geldi. Gözü dönmüş bir ruh hastası ölmekten, ölümden korkmaz. Bastım hançeri gitti …
Alıntıdır …