Anadolu
(Fahir Atakoğlu eşliğinde okumak isterseniz sayfa sonuna bakınız...)
Malazgirt'ten sefere cikan Türk ordulari Bizans içlerine dek ilerledi. Yeni topraklar elde etti. Bircok beylikler kuruldu. Iste bu beyliklerden birinin beyi, ordusunun başında Ankara yakınındaki Kizilcahamam dolaylarina dek geldi. Ordusu ile birlikte, yaz sicaginda, daglar, tepeler aşarak uzun bir yol katetmisti. Askerler, yorgunluk ve susuzluktan ölü gibiydiler. Değil savasmak, yürüyecek durumlari bile kalmamıştı.
Konduklari yer, bozkırlık bir alandi. Daha ileri gidemeyeceklerinden orada konaklamaya karar verdiler. Aradilarsa da çevrede içebilecek bir damla su bulamadilar. Ne bir kaynak, ne de bir dere vardi. Olani da cakilla kumla doluydu. Yaz sicaginda kuruyup gitmisti. Ordu, atlari çalı golgelerine çekip bozkira yayıldı. Herkes bir yana serilip kalmisti. Dudaklari susuzluktan catlamisti hepsinin.
Tam o sirada, karsi tepelerin birinden, omzunda bakraciyla yasli bir kadin belirdi. Ordunun konakladigi yere dek geldi. Orada oluğundan su akmayan kuru bir pinar vardi. Yasli kadin bu pinarin basina gecti. Omzundaki ayran dolu bakraci kuru oluğa dokmeye basladi. Askerler, ayrani oluktan avuc avuc ictiler. Bu arada yanlarindaki kaplari da ayranla doldurmaya basladilar. Oluk, gür bir pinar gibi ayran akıtıyor, küçücük bakractaki ayran bitmek bilmiyordu.
Kadin, susamış her askere, "Doldur oğlum, doldurun aslanlarim, hepinize yeter ayranim, doldurun!" dedikce askerler, "Dolu ana!... Ana dolu!..." diyorlardi.
Derler ki, o gune dek, Türkler tarafından, Bizans ya da Rum ülkesi diye anilan bu topraklar, o gunden sonra Anadolu diye anilmaya basladi. O gun bugündür de bizi bağrına basan guzel yurdumuzun topraklarina "Anadolu" diyoruz.
Malazgirt'ten sefere cikan Türk ordulari Bizans içlerine dek ilerledi. Yeni topraklar elde etti. Bircok beylikler kuruldu. Iste bu beyliklerden birinin beyi, ordusunun başında Ankara yakınındaki Kizilcahamam dolaylarina dek geldi. Ordusu ile birlikte, yaz sicaginda, daglar, tepeler aşarak uzun bir yol katetmisti. Askerler, yorgunluk ve susuzluktan ölü gibiydiler. Değil savasmak, yürüyecek durumlari bile kalmamıştı.
Konduklari yer, bozkırlık bir alandi. Daha ileri gidemeyeceklerinden orada konaklamaya karar verdiler. Aradilarsa da çevrede içebilecek bir damla su bulamadilar. Ne bir kaynak, ne de bir dere vardi. Olani da cakilla kumla doluydu. Yaz sicaginda kuruyup gitmisti. Ordu, atlari çalı golgelerine çekip bozkira yayıldı. Herkes bir yana serilip kalmisti. Dudaklari susuzluktan catlamisti hepsinin.
Tam o sirada, karsi tepelerin birinden, omzunda bakraciyla yasli bir kadin belirdi. Ordunun konakladigi yere dek geldi. Orada oluğundan su akmayan kuru bir pinar vardi. Yasli kadin bu pinarin basina gecti. Omzundaki ayran dolu bakraci kuru oluğa dokmeye basladi. Askerler, ayrani oluktan avuc avuc ictiler. Bu arada yanlarindaki kaplari da ayranla doldurmaya basladilar. Oluk, gür bir pinar gibi ayran akıtıyor, küçücük bakractaki ayran bitmek bilmiyordu.
Kadin, susamış her askere, "Doldur oğlum, doldurun aslanlarim, hepinize yeter ayranim, doldurun!" dedikce askerler, "Dolu ana!... Ana dolu!..." diyorlardi.
Derler ki, o gune dek, Türkler tarafından, Bizans ya da Rum ülkesi diye anilan bu topraklar, o gunden sonra Anadolu diye anilmaya basladi. O gun bugündür de bizi bağrına basan guzel yurdumuzun topraklarina "Anadolu" diyoruz.